Pazar, Ekim 28, 2007

Naviglio Bolgesi


Mehli'nin araştırmaları sonucu, Milano'nun bilmediğimiz ve görmediğimiz yeni bölümlerini keşfe çıkmış bulunuyoruz. Meğer Navigli bölgesi çok meşhur ve hoş bir mekanmış ama bizim maalesef 1 ay sonra bu durumdan haberimiz oluyormuş:). Bu durumu farkedince, hemen Via Torino'dan atlıyoruz 3 numaralı tramwaya, Porta Ticinese'den geçerek varıyoruz, Milano'nun güneyindeki kanallarla kaplı Navigli bölgesine. Ekim ayının son pazarı, 27 Ekim günü. Her ayın son pazarı olduğu günü, Navigli kıyılarında antika pazarı kuruluyor yine. Antika ilgimi çekmiyor diye düşünüyorum ilk önce, ama kim bilir belki çok beğenir buraları, her ayın son pazarı sadece ortamın havasını solumak adına geliriz Navigli'ye, gezmeye.. Nehir boyunda yürümeden önce bol miktarda işportacının yanından geçerek ilerliyoruz, İstanbul'dan farksız bir ortam mevcut. Köşeyi dönmemiz ile bambaşka bir dünya karşılıyor bizi. Dipdibe kurulmuş tezgahlarda, satışa sunulmuş antikalar her çeşitte mevcut. Fotoğraf çekebilmek için kıyıya yaklaşıyorum ama maalesef hayal kırıklığına uğruyorum nehrin pisliği karşısında. Tezgahlara göz atarak ilerliyoruz, bu sırada ikinci el bisiklette arıyoruz. Bize önceden verilen adrese göre, Navigli'deki bir bisiklet pazarı olması gerekiyor. Ne kadar insana sorarsak soralım, kimse böyle bir pazardan haberdar değil. Umudumuzu kaybetmemeye çalışıp, nehir boyunca yürüyoruz. Eski oyuncaklar, antika gözlükler, harbiden antika bisikletler (ki dolayısıyla ilgimizi çekmiyor), antika biblo, tabak, çanak, çanta, şapka ve aklınıza gelebilecek herşeyin satıldığı tezgahların yanından, tezgahlara göz ucuyla ne var ne yok diye bakarak yürüyoruz, yürüyoruz ve yol bitiyor, sonra nehrin üstündeki köprüden karıtarafa geçip, aksi yönde yürüyoruz. Antika pazarı olmadığında da bu bölgenin gayet hoş olduğunu anlamak, etrafta bol miktarda bulunan cafe, bar, restoran ve eğlenceli dükkanlardan anlamak mümkün. Yolun sonunda (ki başlarkende önünden geçmiştik) krep yemek için duruyoruz. Nutellalı krepleri midemize indirdiğimizde, kanımdaki şeker oranının tavan yaptığını düşünüyorum. Ağzım, yüzüm bal oluyor resmen. Bir daha sefer, kesin paylaşmalıyız diye düşünüyorum. Milano'da sanki porsiyonlar hep büyük, yemekler hep fazla geliyor bana. Şaşırtıcı ama gerçek, özellikle tatlı konusunda. Fazla geliyor diye yiyememem, tabağımda bırakmam gibi bir şey söz konusu değil. Masadan kalkarken fazla ya da değil hepsini yediğimi farkediyorum her seferinde. Duvardaki rafları tepelere kadar külahlarla kaplı dolapları olan krepçinin de önünden geçerek, Porta Ticinese'e doğru ilerliyoruz. Hava kararmaya başlıyor. Sanırım bu bölge; gece gündüz, haftaiçi ya da haftasonu farketmeden hep başka bir güzel, görülmeye değer. Milano'nun şehirleşmemiş, para ve modanın merkezi kimliğinden uzakta kalmış, büyümediği içinde hoşluğundan zerre kaybetmemiş şirin bir bölgesi.

Cumartesi, Ekim 20, 2007

Benim ne işim var burda?

Benim ne isim var burda?! sorusunun aklimi kurcalamasina az kaldi. Kendime sordugum bu soru, bir sorun gibi görünmesine ragmen aslinda alakasi yok, kendisi sadece kendime zamaninda sormadigim bir cümlecik...
Bu soruyu geçen sene düsünmedim; çünkü Sabanci Üniversitesi Görsel Iletisim Tasarimi programindan mezun olmaya çalisiyor, sürekli projelerle ugrasiyordum ve okul bitince direk çalismaya baslamak istemiyordum... Statement of purpose yazdim ve Scuola Politecnica di Design'a basvurdum. Üniversite bitti, diplomami ve SPD'den kabulümü aldim, fazlasiyla hakettigime inandigim tatile çikamadan, italyanca kursuna basladim. Uçak biletimi aldim, sonunda arkadaslarimla Bodrum'un tadini çikardim, geri döndügümde bavulumu hazirlama basladim. Arkadaslarimla, ailemle uzun uzun vedalastim, 28 Eylül sabahi Milano'ya uçtum. Olayin ciddiyetini kavrayamadan, arkadasimla ev bakmaya basladim.Affittasi yazilarinin arasinda kaybolduk, istedigimiz evi bulmamiz için aradan 3 hafta geçmesi gerekti. Tam evi bulduk, tam tasinma telasi basladi, ayni anda okul telasi basladi. Workshop ile baslayan programda ilk projemiz SPD'ye gelen yolumuzu anlatmak oldu. Bende gerçek anlamda yolumu çizdim, hangi araçlari kullandim, nerelerde durdum, nerelerde kaldim, kagit üzerine bunlari yazdim. Hafta bitti, isler bitti, sunum bitti... iste ben o anda ilk defa zaman buldum ve kendime sordum. Benim gerçekten ne isim var burda?


Cumartesi, Ekim 06, 2007

Pisa

Hafta bir, gezi bir:)Hemen gezi olayina girdik. Günübirlik bir seyahat aslinda istedigimiz, ama yolumuz hiçte kisa degil.. http://maps.google.com (ki burada en yakin dostumuz olacaga benziyor:) yolumuzu 286 km, yani 2 saat 58 dakika olarak gösterdi. Bir son dakika plani olmasi dolayisiyla hemencecik araba kiralandi, TomTom esliginde yola çikildi. Hiç kaybolunmadan Pisa'ya varildi ve gerçekten çok begenildi. Pisa'da arabayi parkettikten sonra, direk Vaftizhane, Doumo ve Egik Kule'nin bulundugu Campo dei Miracoli'ye (yani Mucizeler Meydani) girdik. Isigin güzelligi ile meydanin albenisi iyice artti, etrafta dolasan kalabalik turist kafilelerini görmez oldum. Egik Kule (Torre Pendente) Doumo'yu tamamlayacak bir çan kulesi olarak tasarlanmis ve 1173 yilinda yapilmaya baslanmis ama ancak 1350 yilinda tamamlanmis. Sellerle tasinmis alüvyonun üstüne yapilmasi dolayisiyla da, 1274 yilinda henüz üçüncü katin insaasi tamamlanmadan egilmeye baslamis. Teknolojik gelismelerle kulenin egimi azaltildiktan sonra, ancak 2001 yilinda kule halkin ziyaretlerine açilmis. Yürüyerek çikilan bu kuleye çikip, hem meydanin zevkini çikarmak, Pisa'yi tepeden görmek ve dogrusu kondisyonsuzsaniz vücudunuzu biraz zorlayip spor yapmak adina, kisitli sayida insanin kafileler halinde çikarildigi kuleye hemen gidip bilet almaniz gerekiyor, yoksa istediginiz saatte çikmaniz mümkün olmayabiliyor. Hatta bu durum bizim başımıza geldi. Kuleye artık çıkalım dediğimizde, yer bulamadık, ileri bir saate biletlerimizi aldık. Mehli'yle Pisa sokaklarına daldık. Arno nehri kenarında dolandık, Milano'da çok sık göremediğimiz dar sokakların tadını çıkardık. Biletimizi değiştirmek istedik, ileri saatlere de bilet kalmadığını gördük. Olay tam can sıkıcı bir hal alacakken, Avrupa seyahati yapan Meksikalı bir aileyle tanıştık, minik çocukları dolayısıyla hep beraber yukarı çıkamıyorlardı. Ufak bir değişiklikle problemlemi çözdük, çokta güzel oldu. Richard'la tanışmak günüme renk kattı gerçekten, o kadar tatlıydı ki. Kule dibindeki çimenlerde yuvarlandık, fotoğraflar çektik. En son olarakta kuleye çıktık. Hava kararmaya başladığı için, Pisa'nın tepeden görüntüsünü yeni yanmaya başlayan ışıkların ahengi ile çıkardık. Tabi bu arada, varlığından bir haber olduğum yükseklik korkum depreşti... Aşağı indiğimizde, hava kararmıştı bile. Pisa sokaklarında biraz daha dolanıp, yemek yedikten sonra, Milano yolunu tuttuk. İlk seyahatimiz oldukça verimli geçti:) tam tahmin ettiğim gibi, bunların ardı arkası kesilmez umarım.