Pazar, Haziran 29, 2008
S. Margherita - Portofino
Cinque Terre'den sonraki duragimiz Portofino. Riomaggiore'den bindigimiz trenle 50 dakikada Santa Margherita'ya ulastik once. S. Margherita Portofino tabelasi karsiladi bizi istasyonda. Dolayisiyla istasyondan cikinca sasirdik kaldik. Sila'nin komik Portofino maceralarini dinledigimizden bazi bildiklerimiz, beklentilerimiz vardi. Portofino ufacik bir sahil kasabasi olmaliydi mesela. Ufacik bir limani cevreleyen, rengarenk evler, sik butik dukkanlardan olusmaliydi. Halbuki bizi sezlong ve semsiyelerle kapli upuzun bir sahil karsiladi. Icimize bir kurt dustu ama biz basimiza gecen gunesle etrafta yalpalar haldeydik. Mehli sokaktan gecen birine sorunca ancak, oranin Portofino olmadigini anladik. Portofino'ya tren olmadigindan, Santa Margherita'da inilip tekne ya da otobusle geciliyormus diger tarafa. Bizde daracik yollardan surekli korna calarak gitmesi meshur otobuslere atladik. 10 dakika sonra Portofino'daydik. Ve hersey tam da onceden duydugumuz gibiydi, ufacik kisacik bir sahil, irili ufakli tekne, hatta yatlarla silme dolu bir liman.
Ufak koyu gezip, manzarasinin guzel olabilecegini dusundugumuz kaleye tirmandik sonra. Kalenin icine giremesekte iki tarafi rengarenk ciceklerle bezenmis daracik yollarinin akisina biraktik kendimizi. Deniz gunes tatili ya bu, illa denize giricez ama nerden diye dusunurken, 'public beach' tabelasini gorup gosterdigi yonde ilerledik. Sahile indigimizde bizi ufacik ve bombos bir koy karsiladi. Iste sonunda bir yerin denizi bana Bodrum'un denizini cagristirdi ve sonunda kendimi serin sularina biraktim Portofino'nun.
Biz vardigimizda bombostu sahil ama gelip gideni hic eksik olmadi. Italyanlar, fransizlar ve nerden geldigini cikaramadigimiz bazilari gunumuze renk katti resmen; pembe, mavi, siyah gibi:). Biz hemen hemen hepsinin nereli olduklarini anlarken, onlarin bizim konusmalarimizi dinleyip anlayamamasi (fransizlar haric!) ilk defa beni bu kadar eglendirdi.
Cinque Terre
Akdeniz kiyisindaki Cinque Terre; Milano'dan yaklasik 3, Genova'dan 2 saat suruyor trenle. Riomaggiore, Manarola, Corniglia, Vernazza, Monterosso isimli 5 kasabadan olusuyor bu bolge. Azgin dalgalarin vurdugu sarp kayaliklardan, mavi ve yesilin tonlarindaki berrak sulardan, kayalik sahillerden, sayisiz basamaklarla ulasilan rengarenk evlerden ve bu bes kasabayi birbirine baglayan yuruyus yollarindan olusan bu alan, milli park kapsaminda. Bir rivayete gore birbirinden guzelmis bu bes kasaba:) Bir rivayet diyorum cunku insanlar aslinda bir gunde hepsinin gezilmesinin mumkun oldugunu soylemesine ragmen, biz gezemedik, daha dogrusu gezmedik. Gunesle, denizle ve yemekle o kadar hasir nesirdik ki, zamanimiz olmadi.
Ilk once bu bes koydan en dogudaki Riomaggiore'ye gittik. Yokusu tirmanip odamiza vardik. Balkondan uzaninca kilisenin sag duvarina degebilecegimiz enteresan yerlesimli odamiza esyalarimizi birakip, kendimizi once yemege, sonra denize verdik.
Denize girmek tehlikeli ve yasaktir tabelasindan sonra ne gorelim?! Dev taslarla kapli ama silme insanla dolu olmasindan dolayi gozukmeyen bir plaj.. Rengarenk bir manzara, tam fotograflik bence. Yani fotograf cekmek icin uygun ama orda yatmak, denize girmek icin degil. Insanlarin aralarindan ziplaya hoplaya plaji gectik, kayalara tirmandik ve kendimize bir duzluk bulmaya calistik. Sonrasi bir ruya gibi, hatirlamak istemedigim... O yosunlarla kapli kayalarda ciplak ayak yuruyerek, onlarin ustunden kayarak denize girmek ve cikmak... Hic bana gore degil derdim ama becerdim. Yosunlara degme korkumu yendim mi?, tabii ki de hayir:)
Neyse gunun sonunda bir daha burdan denize girilmeyecegini ogrenmis ve yeni koylari kesfe cikmaya hazirdik ve kumsal sahiliyle meshur MonteRosso'ya gittik trenle 10 dakikada. Bir anda cok daha turistik bir kasaba karsiladi bizi. Gece isiklandirilmis sahiliyle hemen hosumuza gitti, restoran cesitliligi ile de gonlumuzu fethetti.
Ertesi gun sabah kizlar uyurken fotograf avina ciktim oncelikle. Onlar uyaninca da hemen MonteRosso sahiline attik kendimizi.
3 sezlong, bir semsiye kiraladik ve sahilin tadini cikardik. Kremlenmeme ve golgede yatmama ragmen, en cabuk yanma rekorumu yine elden birakmadim. Yaniklarimdan dolayi kendimi teselli etmek icin kendimi deniz mahsullu spaghettinin ellerine biraktim:) Galiba zeytinyagli fasulyeden sonra en sevdigim yemek bundan boyle 'Spaghetti ai frutti di mare'... Yani hala fasulyenin onune gecebilmis degil kendisi ama olsun...
Bu arada dun aksamda 'Gnocchi' yedigimden bahsetmis miydim??
Gnocchi, tabii ki de bir italyan yemegi. Corba ya da makarna gibi ana yemekten once servis edilen bir giris yemegi yani primi piatti (ilk tabak). Patates, irmik, bugday unu, ekmek kirintilari gibi farkli malzemelerle yapiliyor ve afiyetle yeniyor. Bence bir tabak gnocchinin ustune de baska bir sey yenemiyor cunku insani acayip tikiyor. Milano'da ne zaman gnocchi yesem, fenalik gecirecek gibi olmama ragmen, MonteRosso'da hicte oyle olmadi. Belki ustune birsey yiyebilecek durumda degildim ama sanirim yapilis seklinden olucak hic cok gelmedi.
Sonuc olarak Manarola, Corniglia, Vernazza bir daha ki sefere kaldi. Zaman nasil gecti gercekten hic anlamadim Cinque Terre'de. Aksamlari odaya gitmeden once, yokus ustundeki dev banklarda uzanmak ve yildizlari seyretmek cok guzeldi ama dostlarima olan ozlemimi deprestirdi. Acaba ne zaman, kimlerle gelirim buraya diye hayallere daldim. Yani tekrar gelinecek yerler arasinda Cinque Terre ama bu yaz oncelikle Bodrum'a gidilecek ve hasret giderilecek hem Bodrum'la, hem dostlarla.
Salı, Haziran 24, 2008
Presentazione Finale
Ne gundu! Scuola Politecnica di Design ile birlikte ogrenim hayatimima noktaya koyacagim gun, okuldaki son sunum gunum. Ama heyecana gerek yok.. Cunku okuldan soyledigine gore, biz pek konusmayacakmisiz, daha cok islerimiz konussun diye guyya... Sonuc olarak sunum 17:00'da ama 12de okulda olunacak dendi. Bizde daha onceki deneyimlerimize dayanarak soylediklerine uymadikk. Evde rahat rahat giyindik suslendik, 3 gibi evden ciktik. Etek giydik ya, bisiklet yalan oldu, uzun bir aradan sonra tramvaya kaldik. Ne bilelim yoldaki calismalar yuzunden hattin adi disinda herseyini degistirdiklerini. 15 dakikada gitmemiz gereken yolu; tramvay, otobus ve yuruyerek nerdeyse 1 saatte astik, kan ter icinde kaldik. Okula vardigimizda zannediyoruz ki rahat gecirecegimiz 1 saatimiz var. Halbuki o da yok.. Meger dijital portfolyomuz icin laptoplarimizi getirmemiz gerekiyormus. Haydaa!! Dustuk yine ev yoluna. Eve gitmek koymadi da, 5 kat cikmak koydu her zamanki gibi. Neyse ucu ucuna yetistik sunumumuza. Web ogrencileri islerini paylasti, bize sira gelince hocalar konusmaya basladi tek tek. Ve sunum basladi ve bitti. Neye ugradigimi sasirdim resmen.
Konusmalar bitince yan masaya yerlestirdigimiz islerimizin basina gittik, katilimcilara yardimci olmak, sorularini cevaplamak icin. Sonuc olarak ben boyle sunum gormedim. Ne bir feedback alabildik, ne de baska bir sey. Kartvizitler kapis kapis toplanildi arkadaslardan, fotograf cekildi ve aperitoya gecildi. Ve okul bitti. SPD ile iliskim bitti. Italya maceramin cogu bitti, azi kaldi. Ben okulumdan hep yakimdim durdum ya, simdi istedigim oldu dedim. Ama yine mutlu olamadim. Icim burkuldu. Insanlar vedalasmaya basladi, benim gozlerim doldu. Neden hep boyle oluyor?
Spd Turk Kadrosu; Gozde, Mehlika, Murat, Nihan dortlusu.
Kulaklarini bol bol cinlattigim sevgili Prof. Luca..
Meksikali Velia, Amerikali Nancy ve Costa Ricali Mariana ile.
Tam kadro, Spd Master Visual Design.
Portfolyo
24 haziran itibari ile SPD'ye noktayi koydugumuz gibi, gerek computer design, gerek information design, gerek portfolyo design derslerine noktayi koymus bulunuyorum. Iclerinde en zevk aldigim hangisi karar veremiyorum ama benim icin su durumda en onemli olan portfolyo tasariminin sonuclarindan memnun oldugumu soyleyebilirim. "Everything starts with a line..." concepti ile olusturdugum isler; teaser, recall, cv, basili ve digital portfolyo olmak uzere 5 parcadan olusuyor. Treaser basvurmak istedigim ajanslara, ya da ulasmak istedigim musterilere yollayacagim merak uyandirici ilk 'sey'. Ustunde adim degilde, sadece digital portfolyomun bulunabilecegi websitemin adresi bulunuyor. Bir is gorusmesine cagrilmam durumunda, basili portfolyomu ve cv'mi alip gidiyorum. Yok eger beni uzun bir sure aramazlarsa, onlara kendimi hatirlatmak adina recall'um olan flipbooku yolluyorum.
Yani isi kapabilmek adina elimden geleni ardima koymuyorum. Hic bana gore degil aslinda bunlar, peki bu durumda benim istedigim nedir diye kendime soruyorum. Cevap yok.
Pazartesi, Haziran 23, 2008
...
Gectigimiz 10 gun seker gibi geldi bana. Surpriz Istanbul yolculugum tam olarak hayal ettigim, 6 aydir kafamda kurdugum gibi gecmemesine ragmen, tekrar evde olmak bunyeme iyi geldi. Sunumlar oncesi hazirlamam gereken odevler icin cogu zamanimi evde gecirsemde; ailemi, arkadaslarimi ve elbette corabi gormek superdi. Gunduz gece demeden ayaklarimin dibinden ayrilmayan askimi o kadar ozlemisim ki, surekli minciklayip durdum. Top oynadik, cimlerde yuvarlandik, kendisi bana modellik bile yapti.
Gorkem'i, babami, babaannemi habersiz gelisimle sasirtamamak, OSS sirasinda ailemin yaninda olmak, aylar sonra dayimlari gormek, babaannemin yemeklerinden yemek, bir mrl organizasyonu ile ipek, merve, nihan uclusunu sasirtmayi basarmak (mi?), Gorkem'le Bebek'e gitmeyi karar verip, park yeri bulamadigimiz icin sadece transit gecmek, Ipek'in yeni evini kesfetmek, Turkiye- Hirvatistan macini izleyip (daha dogrusu heyecandan izleyemeyip) sevinmek, Ipek'le bulusup kahvalti sofrasinda sohbet etmek ve Zeynep'in bale figurleri esliginde kahvelerimizi yudumlamak. (Zeynep'le orada tanistik bu arada, eksik bilgi olmasin:)
'Ben tee italyanlardan gelmisim, beni takan yok' gibi hissetmeme neden olarak once annemi, sonra babami (is icin!) Bodrum'a yolcu etmek:) Zaman nasil gecti anlamadim sonuc olarak...
Evet bu 10 gun yetti bana belkide. Kendimi yenilenmis hissetmem icin yetti. Istanbul beni kendime getirdi. Tamam dedim kendi kendime, artik gitme vakti geldi. Bitirmen gereken bir kac isin kaldi 24undeki sunumlardan once. Sali gunku sunumun altindan da kalktigin anda, artik mezunsun ve simdilik ogrencilik hayatina noktayi koyuyorsun.
Ama olmadi. 20:40 Bergamo ucagi beni Milano'ya goturmedi. Annem ve babam sehir disinda, taksi-otobus ikilisiyle geldigim havaalaninda kisildim kaldim. Ucagim rotar yapmis efendim. Hemde saat kaca belli degil, belki 2, belki 3'e... Yani sonunda bende MyAir'in gazabina ugradim. Hemde sessiz, sedasiz, habersiz bir sekilde. Ne bir mail, ne bir mesaj geldi oncesinde. Bavulumu verdim, pasaporttan gectim. Ucagin adinin ekranlardan silindigini gorene kadar sakin bir sekilde bekleme salonunda bekledim. Yanima aldigim krakerler ve MyAir'in ozur dilemek amaciyla verdigi yemek kuponu ile (ancak gece 11'de gecerli oldu kendisi) karnimi doyurdum. Kelime bulmaca oynadim, once The Science of Sleep'i seyrettim, Pride and Prejudice'a baslayip bitiremedim. Oturur pozisyonda uyudum, dolmus gibi dolup dolup kalkan ucaklarin kazak, arap, dagistanli, ingiliz, hollandali yolcularini izledim.
Bilinmeyeni bekleyip, gerildim de gerildi. Pasaporttan gectikten sonra, yetkili kimseye ulasamamanin verdigi sinir bozuklugu ile sinir kupu olmus bir ucak dolusu insanin volta atmaya basladigini dusunun, iste o bizdik:) Ucak 03:30 falandi havaalanina indiginde, ve 4 oldu biz bindigimizde. 8 saate yakin rotarla, Milano'ya sag salim geldim ya, projelerimi istedigim gibi zamaninda bitip, okula teslim ettim ya, daha ne istiyim ben. Insan kotu seyleri hemen aklindan siliyor. Bende bu olayi unuttum gitti ertesi gun.
Gorkem'i, babami, babaannemi habersiz gelisimle sasirtamamak, OSS sirasinda ailemin yaninda olmak, aylar sonra dayimlari gormek, babaannemin yemeklerinden yemek, bir mrl organizasyonu ile ipek, merve, nihan uclusunu sasirtmayi basarmak (mi?), Gorkem'le Bebek'e gitmeyi karar verip, park yeri bulamadigimiz icin sadece transit gecmek, Ipek'in yeni evini kesfetmek, Turkiye- Hirvatistan macini izleyip (daha dogrusu heyecandan izleyemeyip) sevinmek, Ipek'le bulusup kahvalti sofrasinda sohbet etmek ve Zeynep'in bale figurleri esliginde kahvelerimizi yudumlamak. (Zeynep'le orada tanistik bu arada, eksik bilgi olmasin:)
'Ben tee italyanlardan gelmisim, beni takan yok' gibi hissetmeme neden olarak once annemi, sonra babami (is icin!) Bodrum'a yolcu etmek:) Zaman nasil gecti anlamadim sonuc olarak...
Evet bu 10 gun yetti bana belkide. Kendimi yenilenmis hissetmem icin yetti. Istanbul beni kendime getirdi. Tamam dedim kendi kendime, artik gitme vakti geldi. Bitirmen gereken bir kac isin kaldi 24undeki sunumlardan once. Sali gunku sunumun altindan da kalktigin anda, artik mezunsun ve simdilik ogrencilik hayatina noktayi koyuyorsun.
Ama olmadi. 20:40 Bergamo ucagi beni Milano'ya goturmedi. Annem ve babam sehir disinda, taksi-otobus ikilisiyle geldigim havaalaninda kisildim kaldim. Ucagim rotar yapmis efendim. Hemde saat kaca belli degil, belki 2, belki 3'e... Yani sonunda bende MyAir'in gazabina ugradim. Hemde sessiz, sedasiz, habersiz bir sekilde. Ne bir mail, ne bir mesaj geldi oncesinde. Bavulumu verdim, pasaporttan gectim. Ucagin adinin ekranlardan silindigini gorene kadar sakin bir sekilde bekleme salonunda bekledim. Yanima aldigim krakerler ve MyAir'in ozur dilemek amaciyla verdigi yemek kuponu ile (ancak gece 11'de gecerli oldu kendisi) karnimi doyurdum. Kelime bulmaca oynadim, once The Science of Sleep'i seyrettim, Pride and Prejudice'a baslayip bitiremedim. Oturur pozisyonda uyudum, dolmus gibi dolup dolup kalkan ucaklarin kazak, arap, dagistanli, ingiliz, hollandali yolcularini izledim.
Bilinmeyeni bekleyip, gerildim de gerildi. Pasaporttan gectikten sonra, yetkili kimseye ulasamamanin verdigi sinir bozuklugu ile sinir kupu olmus bir ucak dolusu insanin volta atmaya basladigini dusunun, iste o bizdik:) Ucak 03:30 falandi havaalanina indiginde, ve 4 oldu biz bindigimizde. 8 saate yakin rotarla, Milano'ya sag salim geldim ya, projelerimi istedigim gibi zamaninda bitip, okula teslim ettim ya, daha ne istiyim ben. Insan kotu seyleri hemen aklindan siliyor. Bende bu olayi unuttum gitti ertesi gun.
Perşembe, Haziran 19, 2008
Surpriz!
Bir suredir kendime blog yasagi koymustum ki, kimseler ben nerdeyim, neler yapiyorum bilmesin duymasin. Uzun zamandir Istanbul Istanbul diye kendimi yer olmustum, acaba ne zaman giderim, gidersem neler yaparim diye hayaller kurmaya baslamistim. Herkesi, herseyi ve her yeri acayip ozlemistim... Gorkem sinava girecegi zaman onun yaninda olma fikri cok uzun zamandan beri aklimda olan bir sey olmasi ragmen, bana yine son dakikada estiler ve ben harekete gectim. Kimselere soylemeden Istanbul'a gideyim, surpriz yapayim dedim. Tabii ki de beceremedim.. Yok bilet problemi, yok bizimkilerin evde olmama ihtimali derken kendimi anneme bu surprizden bahsederken buldum. Biletimi 2 gun kala annem aldi, beni final projeleri nasil bitecek heyecani sardi bu seferde. Ama istanbul'a gitme, bavul hazirlama heyecanlari agir basinca, ben odevleri unuttum gitti ve yola ciktim.
Once Gorkem ile karsilastim evin kapisinda, yuzunde saskinlik otesi bir ifade, dilinde ben tahmin etmistim.. Arkasindan babam ve tabi babaannem, ben anlamistim, ben hissetmistim... Beceremedim sonuc olarak, kimseyi gercekten sasirtamadim. Meger herkes benim gelmemi bekliyormus, bu durumda her ortamda tek sasiran kisi ben olmayi basardim.
Cuma gunu gelmeme ragmen arkadaslarima telefon acamadim, resmen psikopat oldum:) Pazartesi gunu onlara da surpriz yapicam ya... Elleri dert gormesin mrl, bir guzel organizasyon yapmis, butun kizlari Vapiano'ya toplamis. Ben ve sevgili Ipek:) onlardan 5 dk. sonra damladik. Sonuc sevgi seli:) Acayip ozlemisim herbirini. Yedik ictik, konustuk, son havadisleri paylastik, benim cenem dustu.. Ve ben artik bir senedir Milano'da neyi ozledigimi gordum, bizim kizlari:)
Bi donsem su Milano'dan, neler neler yapicaz biz ya... Ipek'le nasil pisirip, yiyip, icip, gezicez, fotograflar cekicegiz; Merve, Meral, Ipek, Nihan ile neler paylasip, ne isler ceviricegiz...
Son olarak aciklik getirmek istedigim bir konu var ki, o da su.. biz neden Vapiano'ya gittik?... neden bilmiyorum ama ben hic yadirgamadim italyan restoranina gidisimizi. Iceri girince farkettim aslinda ve aa pizza, aa makarna oldum ve tabii ki de yemedim. Icim disim pizza olmus, makarna olmus gibime geliyor. Halbuki yok ole bisi, en son ne zaman pizza yedigimi hatirlamiyorum bile... keske blogumda hatirlamasa, sirlar ortaya cikmasa...
Once Gorkem ile karsilastim evin kapisinda, yuzunde saskinlik otesi bir ifade, dilinde ben tahmin etmistim.. Arkasindan babam ve tabi babaannem, ben anlamistim, ben hissetmistim... Beceremedim sonuc olarak, kimseyi gercekten sasirtamadim. Meger herkes benim gelmemi bekliyormus, bu durumda her ortamda tek sasiran kisi ben olmayi basardim.
Cuma gunu gelmeme ragmen arkadaslarima telefon acamadim, resmen psikopat oldum:) Pazartesi gunu onlara da surpriz yapicam ya... Elleri dert gormesin mrl, bir guzel organizasyon yapmis, butun kizlari Vapiano'ya toplamis. Ben ve sevgili Ipek:) onlardan 5 dk. sonra damladik. Sonuc sevgi seli:) Acayip ozlemisim herbirini. Yedik ictik, konustuk, son havadisleri paylastik, benim cenem dustu.. Ve ben artik bir senedir Milano'da neyi ozledigimi gordum, bizim kizlari:)
Bi donsem su Milano'dan, neler neler yapicaz biz ya... Ipek'le nasil pisirip, yiyip, icip, gezicez, fotograflar cekicegiz; Merve, Meral, Ipek, Nihan ile neler paylasip, ne isler ceviricegiz...
Son olarak aciklik getirmek istedigim bir konu var ki, o da su.. biz neden Vapiano'ya gittik?... neden bilmiyorum ama ben hic yadirgamadim italyan restoranina gidisimizi. Iceri girince farkettim aslinda ve aa pizza, aa makarna oldum ve tabii ki de yemedim. Icim disim pizza olmus, makarna olmus gibime geliyor. Halbuki yok ole bisi, en son ne zaman pizza yedigimi hatirlamiyorum bile... keske blogumda hatirlamasa, sirlar ortaya cikmasa...
Pazar, Haziran 15, 2008
Canimin Ici...
Salı, Haziran 10, 2008
Fal?!
Bu bilgisayar bunuda gordu ya, baska ne diyim ben... Milano'da yasamada, Italya'dan kahve fali baktirmada son nokta. Ben ki ne agzima kahve surerdim, ne pisirmeyi bilirdim, ne de fala merakliydim. Ama simdi uzaktayim demeden; Mehli ile kendime kahve hazirliyorum, iciyorum!!! ve Istanbul'daki sevgili ipek arkadasima fincanimda neler gordugunu soruyorum. Beni taniyanlar bu iste bir bit yenigi var diyecek ve hakli cikacaklar. Butun bunlar tabii ki de info design dersi icin hazirladigim turk kahvesi kitabi icin... Ders icin olursa olsun, cok eglendigimi soyleyebilirim ve Ipek'e tesekkuru borc bilirim ;)
Cuma, Haziran 06, 2008
Perşembe, Haziran 05, 2008
Kiss of the Flea
Kukuxumusu soylenmesi zor olmasina ragmen, unutulmasi da zor olan bir isim. Mikel Urmeneta'nin kaleminden cikan karakterler ile her donem yeni koleksiyonlar hazirlayan bu ispanyol markanin mottosu "to laugh at everything"mis. Gercektende tasarimlari pek sempatik. 'Bunlar benim olsun muuu?' dedirten cinsten, ya da calisma ortamini gordukten sonra, 'bende burda calismak istiyorumm' dedirten..
Pazartesi, Haziran 02, 2008
Festa della Repubblica_Andrea Bocelli
2 Haziran, pazartesi okulun tatil oldugunu soyleyen bir mail alinca "Festa della Repubblica"nin farkina vardik ama, tam bir ogrenci psikoloji ile pazartesilerimiz zaten bos gunumuz oldugundan sevinemedik. Tatil ya da degil, bizim icin hic bir sey degismedi gerci ve biz sabahtan aksama projelere cebellestik. Aksam 9 sularinda Duomo meydanindaki Andrea Bocelli konserine kadar, bugunun Italyanlar icin ne ifade ettiginden habersiz evdeydik.
Evden ciktigimizda, Milano tam bir hayalet sehirdi. Sokaklarda in cin top oynuyor ve tabii ki de butun kepenkler kapali... Bu adamlar her firsatta kepenklerini kapatmak icin can atiyor, zenginlik diz boyu olucak, para kazanmak istemiyorlar gibi gozukuyor. Neyse bisikletlerimize atlayip, Duomo'nun yolunu tuttuk ve meydanin kalabaligindan uzaklarda bir yerlere bisikletlerimizi baglamaya karar verdik. Meger sokaklarda olmasi, saga sola yurumesi gereken insanlarin hepsi buradaymis. Normalde anlamsiz bir sekilde buyuk gozuken bu meydanin boyutlari kurulan sahne ve onun onunde toplanan kalabalik ile anlam kazandi gozumde ilk defa.
Gelelim gunun anlam ve onemine; 1946ya kadar monarsi ile yonetilen Italya'da, 2 Haziran 1946da resmen cumhuriyet ilan edilmis. Dolayisiyla Festa dellla Repubblica gunu Italya cagdas tarihinin kilit olayi olarak kabul ediliyor ve kutlaniyormus. Bu kutlama anisina da, Italyan tenor Andrea Bocelli sahne aliyormus. Dunyadan habersiz evimizde pineklerken, Orcun iyi ki bizi haberdar etti de, bizde gittik gorduk. Kendisini tanimadigimizi zannederek yola ciktik. Meger taniyormusum da haberim yokmus. Isim bilmedigimden ya da bildiklerimi hemen unuttugumdan kendisini bir de sahnede dinlemem gerekiyormus. Gercektende insanlarin buyuttugu kadar varmis bu aksami, bu sanatciyi.
Dunyanin en iyi tenorlerinden biri olarak lansedilen muazzam bir ses. 12 yasinda basina gelen bir top dolayisiyla kor olduktan sonra hukuk fakultesini bitirmis ama muzigi tercih etmis kendisi. Iyiki de oyle yapmis, ve insanlari bu guzel sesten mahrum birakmamis. Sahneyi bariton Gianfranco Montresor ve soprano Adriana Damato ile paylastigi bu gecede; Verdi, Puccini, Bizet, Mascagni, Bixio sarkilari seslendirdiler. Eugene Kohn tarafindan yonetilen orkestrada gayet iddialiydi.
Merak edenler, unutupta hatirlamak isteyenler, Deezer'dan "Andrea Bocelli" aratilip, dinlenebilir...
Evden ciktigimizda, Milano tam bir hayalet sehirdi. Sokaklarda in cin top oynuyor ve tabii ki de butun kepenkler kapali... Bu adamlar her firsatta kepenklerini kapatmak icin can atiyor, zenginlik diz boyu olucak, para kazanmak istemiyorlar gibi gozukuyor. Neyse bisikletlerimize atlayip, Duomo'nun yolunu tuttuk ve meydanin kalabaligindan uzaklarda bir yerlere bisikletlerimizi baglamaya karar verdik. Meger sokaklarda olmasi, saga sola yurumesi gereken insanlarin hepsi buradaymis. Normalde anlamsiz bir sekilde buyuk gozuken bu meydanin boyutlari kurulan sahne ve onun onunde toplanan kalabalik ile anlam kazandi gozumde ilk defa.
Gelelim gunun anlam ve onemine; 1946ya kadar monarsi ile yonetilen Italya'da, 2 Haziran 1946da resmen cumhuriyet ilan edilmis. Dolayisiyla Festa dellla Repubblica gunu Italya cagdas tarihinin kilit olayi olarak kabul ediliyor ve kutlaniyormus. Bu kutlama anisina da, Italyan tenor Andrea Bocelli sahne aliyormus. Dunyadan habersiz evimizde pineklerken, Orcun iyi ki bizi haberdar etti de, bizde gittik gorduk. Kendisini tanimadigimizi zannederek yola ciktik. Meger taniyormusum da haberim yokmus. Isim bilmedigimden ya da bildiklerimi hemen unuttugumdan kendisini bir de sahnede dinlemem gerekiyormus. Gercektende insanlarin buyuttugu kadar varmis bu aksami, bu sanatciyi.
Dunyanin en iyi tenorlerinden biri olarak lansedilen muazzam bir ses. 12 yasinda basina gelen bir top dolayisiyla kor olduktan sonra hukuk fakultesini bitirmis ama muzigi tercih etmis kendisi. Iyiki de oyle yapmis, ve insanlari bu guzel sesten mahrum birakmamis. Sahneyi bariton Gianfranco Montresor ve soprano Adriana Damato ile paylastigi bu gecede; Verdi, Puccini, Bizet, Mascagni, Bixio sarkilari seslendirdiler. Eugene Kohn tarafindan yonetilen orkestrada gayet iddialiydi.
Merak edenler, unutupta hatirlamak isteyenler, Deezer'dan "Andrea Bocelli" aratilip, dinlenebilir...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)