Cuma, Mayıs 30, 2008

Puerto Alegre_Felice Compleanno, Karla!



Cuma gunu okul sonrasinda tam olarak bir pestildim, hani su barselona'da fotograflarini cektigim renkli sekerlemelerden. Ders bittikten sonra kosa kosa eve gelen gozde'nin yerini, bisikletinin pedallarini cevirmekten aciz bir insan almisti, dolayisiyla da eve gelisimi istemeyerek erteledim. Sirtimda bilgisayarim, 5 kat (66 basamak) surunerek yukari ciktim ve pijamalarimi ustume gecirip yataga zipladim. Uyumusum. Mehlika disari cikmis, islerini halletmis, donmus ve ben bu arada hep uyumusum. Eskiden hic sevmezdim gunduz uyumayi, zaten istesemde uyuyamazdim. Artik degistim sanirim, gece uyku duzenim degisince, gunduz de degisiyor dogal olarak. Acayip mutlu oluyorum ogle uykusuna yatinca:) Gece disari cikinca rahat ediyorum, calisacagim zaman rahat rahat oturuyorum bilgisayarimin basinda, vs.. Neyse benim hic disari cikmaya niyetim yoktu ama ust katimizdaki kurtlu:) arkadasimiz o kadar israr etti ki, bir anda kendimi giyinirken buldum. Puerto Alegre diye bir restoranda Karla'nin dogumgunu varmis, herkes orada olacakmis. Gittik, gorduk, yeni bir yer ogrendik. Maya tapinaklari esintileri iceren bir mimari, suslemeler, ayrintilar... Yer cok sahane olmasa da, yok danslar, sovlar ve mojitolar derken herkes guzellesti, restorani kapatana kadar zaman nasil gecti anlamadim. Nathan, guduk:) futbolcu, antrenor derken baya gulduk. Nihan'in elinde malum gulu, Giorgio da bizi evimize birakinca iyi geldi bu aksam, oglen pestil olan vucuduma.

"No"

Bugun sonunda hocalardan bekledigim soruyu aldim. Aslinda sevgili Luca bana yoneltmemisti soruyu ama olsun, ben cevapladim ve rahatladim. Kendisi her zaman ki gibi hizli hizli (gerci her zaman ki hizi, hizlari..) italyanca konustu ve sonunda sinifa anladilar mi diye sordu? Buraya kadari, her zamankinden. Ama sinif tepkisiz kalinca, sinifa "ne o italyanca bilmiyor musunuz?" diye sordu. Bende olagan gucumde caktim orda "no"yu. No diyince bir hafifledim ki anlatamam. Kendisi once bir gerindi, bir hazirlandi, gorende ingilizce konusacak sanir. Yok ama bastan bi daha italyanca anlatti. Bu sefer anladim, heralde korkumdan olucak. Biliyorum, hala italyancayi tam olarak kotaramamis olmam benim problemim, okulun degil ama buraya basvururken benle ilgilenen arkadas, dilin problem olmayacagini, kisa zamanda bu isi basarabilecegimi soylemisti. Pardon ama sen benim dil ogrenme kabiliyetimi nerden biliyorsun be kadin demek istiyorum sevgili Pepe'ye. Bugun herkes sevgili benim icin, sevgi doluyum yani. Ya da sevgi dolu degilim ama olmaya calisiyorum...




Ders cikisinda o kadar bitkin dusmustum ki, eve isinlanmak istemekteydim. Ama Mehli'nin kacak oldugunu ogrenince, Velia'lara takildim. Ust katta bir aperitivo varmis; nike, reebok, adidas gibi markalarin limited edition, antika :) modellerini sergiliyorlardi. Onlara baktik, yedik, ictik, eglendik.

Pazartesi, Mayıs 26, 2008

BCN_Gaudi'nin Sehri

Barcelona'ya gidipte, sadece yemeklerinden, sokaklardaki canli mankenlerden ve Dali'den bahsetmek yetmiyor elbette. Son olarak bu sehirde insani daha dogrusu beni en cok etkileyen iki seyden sozedicem. Bir cok yerde bu sehrin Gaudi'nin sehri olarak lansedilmesine sebep veren essiz stili ve kisisel tasarimlari ile Gaudi eserleri ve upuzun sahili.


Ilk gun sehir turumuza Park Guell'den basladik. Iyi ki de oyle yapmisiz, daha parkin kapisini gordugum anda mutlu oldum, hatta nese doldum. 1900-1914 yillarinda Gaudi tarafindan hazirlanan bu park, su anda UNESCO World Heritage Site kapsamindaymis.
Gelelim giristeki pencere kenarlari mozaiklerle kaplanmis, cati ve bacalari sekerle ortulmus gibi gozuken iki eve... Bu evleri sanildigi gibi Gaudi yapmamis aslinda, ama satilmaya calisilip basarilamayinca Gaudi satin almis ve tasinmis buraya. Sonra da ver elini, her biri birbirinden farkli mozaik desenleri ile kapli koca meydani cevreleyen bank, tavanlari susleyen cini isleri, acili kolonlari ile yola destek olan patika... tasarimlari.


Park Guell ile baslayan Gaudi turuna, Sagrada Familia ile devam ettik. Yapimi 1882 de baslamis olup, hala da bitmemis olan bu muazzam katolik kilisesi wikipediadan okudugum bir rivayete gore 2026'da bitecekmis, iddiali bir durum. Yapi basli basina enteresan, Gaudi buranin tasariminda baska mimarlardan ya da akimlardan degilde dogadan esinlenmis. Ayrintilarini gorunce de buna gercekten inandim. Yalniz Gaudi'nin kendi kontrolu altinda yapilan kismi ile o oldukten sonra yapilan kisimlari arasinda daglar kadar fark var ve insanin bu yeni mimarlara bir 'olmamis..' diyesi var diye dusunuyorum. Gaudi'nin gosterdigi ozen , ayrintilarin hoslugu eksik bence. Gaudi bu kiliseyi insa ederken, musterimin acelesi yok diyormus. Keske elini cabuk tutsaymis ve isini bitirip baskalarinin ellerine birakmasaymis. Mehli'den aldigim bir rivayete gore de, Gaudi 15 sene bu is ustunde calistiktan sonra bir gun karsisina gecmis bakarken, araba carpmis ve olmus. Valla ben Mehli'nin yalancisiyim, dogru mu bilmiyorum ama bu hadise bu kiliseyi benim gozumde iyice buyutuyor. (Bu arada Mehli baska bir hikaye olasiligindan daha bahsetmisti ama ben sanirim onu bunun kadar heyecan verici bulmadigimdan, aklimdan silmisim gitmis.)


Sagrada Familia'dan sonraki Gaudi duraklarimiz, Passeig de Gràcia uzerindeki Casa Milà ve Casa Batlló.


Iste beni etkileyen butun bu gorsel solen disinda, bir sehirde baska ne olsa beni bu kadar mutlu ederdi diye dusunurken, tabii ki de uzun zamandir denize hasret kalmis bir deniz sevdalisi olarak aklim sahil seridine gitti. Aman tanrim dedim, bu kumla kapli upuzun sahil seridi de ne?! Ayakkabilarimi cikardim, kuma, suya dokundum, tas topladim. Bayildim, bayildim ben Barcelona'ya. Biliyorum daha yeni geldim ama, bi daha ne zaman gidebilirim acaba?

Pazar, Mayıs 25, 2008

P.S. I Love You


Gözüm yasliyken bile beni gulduren, cevabi olmayan bir cok soruyu tekrar tekrar dusundurten ve de romantizmin bu kadari dedirten bir film. Yalniz romantik komedi degil, dram. Temposu basta dusuk olsa da, bir sureden sonra surukleyeci bir hal aldi benim icin.

Pazartesi, Mayıs 19, 2008

Figueres_Dali Theatre Museum





Barcelona'dan trenle yaklasik 2 saat uzakliktaki Figueres'in yolunu tuttuk dunyadaki en buyuk surreal obje olarak nitelendirdikleri Dali'nin 1974 yilinda kendi yaptigi soylenen muzesini gormek icin. Ispanya ic savaslari sirasinda yikilan tiyatro binasinin kalintilari uzerine yapmak istemis bu yapiyi, dolayisiyla adini da burdan almis. 1904-1989 yillari arasinda yasamis Salvador Dalí'nin genclik zamanlarinda yaptigi islerden, son yillarindaki eserlerine kadar genis bir arsivi burada gormek mumkun. Icerde gezerken cogunlukla daha onceden gormedigim islerini gordum Dali'nin, mesela karisi Gala'yi resmettigi sayisiz tabloyu daha onceden gormemistim, ya da ikisinin adlarinin yazili oldugu takilari, vs.. Yine de az biraz hayal kirikligi yasamadim desem yalan olur, cunku esas bilinen, meshur eserlerinden pek bir sey goremedim bu muzede. Figueres yakinlarinda Dali'nin bir evi ve kale diye gecen bir muzesi daha varmis ve sanirim orda daha fazlasi varmis. Yinede o kadar yolu gitgimize degdi diye dusunuyorum, icerdeki islerinin yani sira sadece o yapiyi gormek bile cok guzeldi.

Ispanyolca degil Catalanca!


Ispanya'ya gidiyoruz ya, zannediyorum ki fii tarihinde ogrenmeye baslayip yarida biraktigim ispanyolcamda belki ufacikta olsa canlanmalar olabilir. Halbuki biz Catalanca konusan Catalanlarin yasadigi, Catalunya'ya gidiyoruz:) Catalanlar Ispanya'nin icinde yasayan ozerk bir topluluk olarak geciyor, kendi dillerini konusuyorlar. Ve de ya ben ispanyolcayi tamamen unutmusum, ya da bu dil ispanyolcadan cok baska. Ayrica, Ispanya'da 7 milyondan cok Catalan yasiyor, kahvaltida domatesli ekmek yiyor:) Unlu Catalanlara ornek vermek gerekirse, Salvador Dali ve Antoni Gaudi'de Catalanlarmis efendim, Ispanyol degil yani. Bu hassas bir unsur tabi onlar icin. Yolda sadece bize yola gostermek icin dikcene bir yokusu tirmanan yasli amca bizim nerden oldugumuzu ogrendikten sonra, dilimizi bilmiyorsunuz heralde dedi. Mehli biraz ispanyolca diyince, biz ispanyolca degil, Catalanca konusuruyoruz diye duzeltti. Ispanyolca konusma cabalarimizi pek takmadi yani:) Sokakta yazilar tabii ki de Catalanca yaziliyor, metrolarda da ispanyolca ikinci dil, sansli oldugumuz yerlerde de ingilizce ucuncu dil olarak yazilmis. Son olarak bu dil Fransa, Italya ve Fransa-Ispanya arasindaki mini (San Marino kadar olmasin:) Andorra'da kullaniliyormus.

BCN_Human Statues



'La Rambla' Catalunya meydani ile Colombus aniti arasindaki bufe, gazete bayiileri, cicek ve hayvan standlarini ve sayisiz yasayan heykelleri ile Barcelona'nin en onemli merkezlerinden biri olan ve surekli yasayan bir cadde. Ustundeki dukkanlari, standlari, restoranlari cok guzeldi de, yasan heykeller hepsinden guzeldi diye dusunuyorum. Daha onceden bunlardan cok gormustum ama bu kadar cok ve bu kadar yaratici olanlari ile karsilasmamistim. Zaten La Rambla'dan iki kere gectikten sonra, bunun orada ne kadar ciddiye alinarak yapilan surekli bir is oldugunu kavradim. Durulacak noktalar belli, vardiyalar belli, sirada bekleyip arkada hazirlananlar ortada fln. Neyse bende bir surusunun fotografini cektim ama en begendiklerimden bir secmece bunlar yalnizca; Edward Scissorhand ve Barcelovers. Bu arada bu yasayan heykeller arasinda acayip bir rekabet soz konusu cokluklari dolayisiyla. Bozukluk attiginiz taktirde, canlaniyor ve numaralarini da sergileyeme basliyorlar. Edward acayip tatli ama urkutucu bir sesle saclarinizi kesmeye basliyor yanina gidince. Kalp kiligindaki olan yakisikli arkadas ise butun karizmasini cizerek, yanina gelen sevgilileri kucakliyor, komik sesler cikarmaya basliyordu.

BCN_Paella-Pa Amb Tomàquet-Tapas


Ispanya'ya gidipte yemeden donulmemesi gereken Valencia'ya ozgu ispanyol yemegi, Paella. Temelde icindekileri pirinc, safran ve zeytinyagi olusturuyor. Ayrica kensidi sebzelerle, et ya da deniz urunleriyle suslenerek servis ediliyor. Ben sebzeli olani tercih ettim. Bizde olmayan birsey olarak, italya'da da ana yemek olarak insanlar sadece sebzeyle karisik pilav yiyebiliyorlar. Italya'da daha denemedim ama Valencia usulunu sapli sig tavada servis edilen Paellayi basarili buldum.


Bu da, Paellamizi beklerken servis edilen Catalan Ekmegi (Pa amb tomàquet). Cokta degisik oldugunu soyleyemicem, bilgidimiz ekmek ustu ince rendelenmis domates. Ama ekmek kitir, ustune bi de zeytinyagi doktuk mu tuzla beraber, sahane! Sofradaki arkadaslarimizdan biri kendi hakkini sona saklayinca, herkesi sinirinden catlatti:), sizde hemen bitirmeseydiniz diyerek bizi kiskandirmayi basardi:/



Tapas konusuna gelince, Ispanyol mutfagindaki genis aperitif cesitlerine verilen genel ad. Sicak, soguk, yagli, kizarmali, et, balik, deniz urunleri, degisik soslarla suslenmis patates cesitleri derken gercekten acayip cok cesitten urunu kapsiyor. Milano'da aksam ustu gittigimiz aperitivolar gibi, ispanya'da da insanlar tapasa gidiyor. Ortaya herkes baska birseyler soyluyor ve masa donatiliyor. Yanina da soguk bira acayip yakisiyor. Aman allahim, bunu ben mi soyluyorum:)

Cumartesi, Mayıs 10, 2008

El Tropico Latino


Bu aksam kendi icinde oldukca alakasiz insanlar barindiran bir grup insanla, meksika yemekleri yeme aski ile El Tropico Latino'da bulustuk. Ilk izlenimim ortami ruhsuz bulmam olsada o rengarenk suslemelere ragmen, yemekleri gayet begendim. Fajitas salatami acayip yavas ve sindire sindire yedim. Hatta ben daha yarisina yeni gelmisken, herkesin bitirdigini farkettim. Sonuc olarak bu guzel restoranin guzel Brera'da oldugunu soyleyebilirim. Kendisi tekrar gidilecekler listesinde!




El Tropico Latino
Via S. Carpoforo, 7 Milano
Tel. 02 7200 2313

Perşembe, Mayıs 08, 2008

Chocolate is like ...



"Chocolate is like..." bir "Luca" projesi. Donemin degil, senenin basindan beri photoshop ve illustratorda asla ama asla kullanmayacagimiz araclari ogrettikten sonra, bize bir proje verdi. 5 duyudan biriyle ilgili konusuna, tarzina, her seyine bizim karar vermemiz gereken bir is. Neyse bende daha onceden de bahsettigim gibi tehlikeli cekimlerde, cikolatalara takilip kaldim. Fotograflarini cekerken buraya da bir kac ornek koymustum. Sonucta ortaya soyut renkler, somut sekiller ve fotograflardan olusan, oldukca basit ama keyifli bir is cikti.

Architettura e Moda





Editorial Design dersi de gecen hafta bitti ve "Architettura e Moda" kitabini da geri biraktik. Mehlika ile beraber yuruttugumuz bu projeye beraber yasadigimiz icin rahat rahat zaman ayiririz diye dusunuyorduk. Ama biz daha tam olarak baslamamistik ki calismaya, Rovereto gezisi sonrasi Tassinari haftaya sunumlari yapiyoruz dedi. Bolumleri tamamlayip, maketini yapiyoruz, fotografini cekip, kitabin kuratoru dahil jurimsi gibi bir topluluga ve sinifa sunuyorsunuz dedi. Tabi bizim kalbimiz orda bir daraldi ama zaman ne kadar az olursa olsun bu projede yetisti.
Projede emegi gecen ben ve Mehli disinda, birde sevgili Francesco var ki, kendisini burda anmak ve tesekkur etmek istiyorum.

Bu fotografi facebooktan bulduk:) Cocuk butun iyi niyeti ile, bir problemimiz olursa diye bize kartini verdi. Bizde internetten onun fotografini bulduk ve cekinmeden buraya koyduk. Hayir koydum:) Ama napiyim dayanamadim, cok komik!!! Ciddiyete donmek adina matbaadan da bir kac tane koyuyorum...

Pazar, Mayıs 04, 2008

Otman Usulu Tatil


Annemi ve babaannemi bekliyordum uzun zamandir. 26sinda geldiler ve bugun az once gittiler, zamanin nasil gectigini anlamadan. Guyya bu haftanin basi sonu iki ayri tatildi. Benim pek dersim yoktu guyya ve hep onlarla olucaktim. Ama oyle olmadi. Araya proje teslimleri, ve okulun ivirzivir isleri girdi. 24 saat annemlerle istedigim kadar gorusmemi engelledi. Biz yine de elimizden geleni yaptik, mesela ben oglenlere kadar uyumadim:), buldugumuz butun bosluklarda kendimizi Milano sokaklarina attik, ben anneme gectigimiz 7 ay boyunca bu sehirde nerelerde neler yaptigimizi, maceralarimizi anlattim, babaannem sayisiz yemekler pisirdi, araba kiraladik, 2 gunde birbirinden cok farkli 4 sehir gezdik, Verona, Venedik, Rimini ve Bologna'yi gorduk, ve tabi bir de San Marino var (ki o bir sehir degil ama 4 tarafi Italya ile cevrili bir ulke(cik:). E dogal olarak motor hiziyla yasarken, gezerken, yer ve icerken anlamadim ne zaman geldiler ve gittiler. Bende elimde yuzlerce fotografimla yine bilgisayar basindayim.

Verona



07:45 oldu ve tekerlek dondu. Ilk defa bu kadar erken yola ciktik. Aslinda benim istegim hep buydu milano'dan ciktigimiz seyahatlerde ama birimizden biri su koyverdiginden her seferinde, hep gece kaldik. Neyse erken cikan yol aldigindan bizde aldik. 1.5 saat sonra Verona'daydik. Kuzey Italya'nin Veneto bolgesindeki yaklasik 300.000 nufuslu guzeller guzeli sehri diye bahsedildigini duymustum gitmeden once. Dedikleri kadar varmis, hatta daha fazlasi. Zengin Roma kalintilarina sahip kent merkezi, yazlari gerceklesen opera festivallerine ev sahipligi yapan 1.yy'dan kalma Arena, adi eski baharat pazarindan gelme Piazza Erbe, Romeo'nun tirmandigi soylenen Juliet'in balkonu, sehrin icinden gecen Adige nehri ve bu nehrin ustunu susleyen kopruleri... herseyi ile cok guzeldi. Aylardir Milano'da yasayan biri olarak, kendime neden daha onceden bir trene atlayip gitmedim diye kizdim:).

Venedik




Maske festivaline gittigimizde, bir daha ne zaman Venedik'e gelirim de, bu sokaklarin tadini sakinken cikaririm diye dusunmustum. O gun bugunmus. Venedik sokaklari o gunku gibi kalabalik olmasa da, Hare Krishna ezgileri eski, dokuk ve yamuk binalarin duvarlarinda yankilanmasa da, yine bos degildi sehir. Gunlugu fiks 24 Euro! olan otoparka baska yer olmadigindan parkedip, midemize oturan agirlikla kendimizi denizin ortasindaki bir cok ada ustune kurulu bu guzel sehrin icine biraktik. Piazzale Roma'dan baslayan yolculugumuzu San Marco'ya kadar yuruyerek surdurduk. Yolculugun en zevkli kismi da, tabelalarin insani yonlendirdigi ana caddeden ayrilip ara sokaklara kivrildigimiz zamanlardi. Pencerelerinde camasir asili evler, daracik sokaklar, mini mini kopruler, evlerin onunde kayiklar... Her dondugum kosede baska bir surpriz, baska bir guzellik... Sanki bir film setinin icinde gezer gibi hissediyor insan kendini burda. Hemen kendini kaptiriyor ortama, kendini masal kahramani gibi hissediyor. Tek bir sorun kaliyor ortada. Masal kahramanlarinin bacaklarinin cok yurumekten agridigini hic duymadim daha onceden. Bu kadar kisa sure, yine yetmiyor bana. Bir daha ki sefer diyorum kendime, bir daha ki sefer adalara gidecegim, San Marco icin yurumeyecek tekneye binecegim, ana caddeden degil sadece ara sokaklardan ilerleyecegim.

Ayrica boyle bir tabelalandirma sistemi olmadigini, olmamasi gerektigini dusunuyorum. Hangi koseye gelirsek gelelim, butun yollar San Marco meydanina ve de Rialto'ya cikiyor onlara gore. Saga da donebilirsin, sola da diyor yani. Her kosede insanin aklini karistirmaktan ileri gitmiyorlar. Bir soylentiye gore dukkan sahipleri turistler onlarin dukkaninin da onundan gecsin diye San Marco'ya giden yolun onlarin onunden de gectigini gosteren tabelalar yerlestiriyorlarmis! :) Pes!

Rimini



Italya'nin en guzel liman kentlerinden biri diye adindan bahsedilen Rimini, Adriyatik kiyisinda kilometrelerce sahili kaplayan plajlari, otelleri ve barlari olan bir sahil sehri. Ve aylardir deniz gormeyen bana, cok ama cok iyi geldi. Internette arastiripta buldugum fotograflardaki goruntuyle pek karsilastigimi soyleyemesemde daha yaz tam olarak gelmediginden Rimini'ye, denize giren 3-5 kisi, mayolariyla guneslenenler, kumsalda voleybol oynayanlar ve dev kumdan kaleler hayal etmemi sagladi binlerde rengarenk sezlongla kaplandiginda buranin nasil bir yer olabilecegini. Duyduguma gore denizi sig ve bulanikmis ama buraya sadece bu kumsalda saatlerce yurumek icin bile gelinebilir.

San Marino


Dort tarafi ile cevrili, dunyanin en eski ve en kucuk cumhuriyeti olarak bilinen San Marino diye bir ulke varmis Rimini yakinlarinda. Eski derken, Italya'dan cikip San Marino'ya girerken, 'ozgurlugun antika topraklarina hosgeldiniz'e benzer bir pankartin altindan geciyoruz. Kucuk derken de, ben oldukca ufaltmistim onu kafamda ama kendisi bekledigimden buyuk cikti. (Gerci eksi sozlukte okuduguma gore en kucuk cumhuriyet olma ozelligini de 1968 yilinda baskasina kaptirmis...) Italyan kokenli yaklasik 20.000 nufuslu bu ulkecik, tertemiz tastan binalari, ustunde dukkanlarin sira sira dizildigi dik yokuslari, turistleri el ustunde tutan guleryuzlu dukkan sahipleri ile kalbimi fethetti. Sanki gercek bir ulke degil de, bir mizansen oynaniyor bu dar sokaklarda. O tas evlerin pencerelerinden sarkan kadinlar, aksam vakti gelince kapatacak pencerelerini ve gercek evlerinin yolunu tutacaklar gibi.

Bu da duzenin baska bir belirtisi. Sola parkedersem 1 saat, saga parkedersem yarim saat kalicam diyorsun. Yani bu ancak bu kadar kucuk bir ulkeysen ise yarayabilir, bizde olacak is degil yani.