Pazar, Eylül 21, 2008

Dönüş

Italya'daki son gunlerim... Esyalar bavullara doldurulmaya calisilacak, Marcellini gillerin evi bosaltilacak, temizlenecek, faturalar odenecek, turk, italyan, meksikali dostlarla vedalasilacak, ve tabii ki gezilip tozulacak, ogrencilikten bu belirsiz doneme gecis oncesi kafa dagitilacak... 11 gun hepsine yetti neyse ki. Yetmez saniyordum, ama sansimiz yaver gitti, arkadaslarimiz yalniz birakmadi ve tatli bir sekilde sonlandirdik bir donemi daha. Istanbul'a donuyor olma fikri bastan beri beni acayip mutlu ediyordu, aklim hic ama hic arkada kalmiyordu ama yazin verdigim aradan sonra Milano bekledigimden hos geldi gozume. Okulun son donemlerinde kaynastigimiz arkadaslarimizle iliskilerimiz her zamankinden daha sicak ve samimiydi... Sonuc olarak kabul ediyorum, bekledigimden zor oldu bu sehirden ayrilmam.

Her yere pedal cevirerek gidebildigim bu duz ayak sehrin renkli vitrinleriyle dukkanlarini, kitapcilarini, dondurmacilarini, bir cok yere seyahet etmek icin duragimiz olan tren istasyonu Centrale'nin evimize yakinligini, merkeze gitmemizi saglayan 60 numaranin kapimizin onunden gecmesini, yuruyuse ciktigim, kitap okudugum ya da sadece transit gectigimde hissettirdigi huzurdan dolayi Giardini Pubblici'yi, Cinese ve Navigli bolgelerini ve daha bir cok seyi (detaya girmek, yemek isimleri falan da vermek istiyorum ama ne kadar uzayacagini bilmeyip, korkuyorum..) ozleyecegim sonuc olarak.

Ve de kimbilir bir ne zaman gelmek kismet olur; o zaman neler hatirlar, nasil hissederim merak ediyorum...

Perşembe, Eylül 18, 2008

Gardaland

Bile bile lades denir buna. Aylardir Garda golu kenarindaki Gardaland isimli eglence parkina gitmenin hayalini kuruyordum ama oraya gidipte o rollercoasterlara binmemenin! hayalini kuruyormusum megerse. Boyle bir sey olabilir mi allahaskina? Tabii ki de dusundugum gibi olmadi, gittim ve bindim o trenlere. Fakat hepsini tamamlayamadan, yeterince sarsilmistim ki, kendimi parkin adrenalin bolumunden, macera ve fantazi bolumlerinin kollarina biraktim.

Benden gecmis sanirim. Artik bu tarz seylerden pek zevk almiyorum, alamiyorum. Eskiden annemi bu tip trenlere bindirmeye calistigimda, ofleye pofleye 'cocugun olunca sende beni anlayacaksin' derdi, fakat ben annemi cocugum olmadan da anlayabilecegimi kendime kanitlamis oldum. Neyse park genel olarak iyiydi hostu, rollercoasterlar da guzeldi de, benim tarzimin biraz disindaydilar. Ben tarzimi belirledim ya artik, 'tadinda adrenalin':) benim hosuma giden.

Gelelim sevgili hiz trenlerine...


Sabah sabah ilk olarak buna bindim, hizli degil ya, korkmaya ne gerek var dedim ve hic sira olmamasindan da suphe etmedim. Bu boslugu eylul ayina verdim, meger bu trende genelde sira olmazmis zaten... Duz giderken bas asagi ceviriyor, tum kanin beynine toplanmasina sebebiyet veriyor kendisi... Ondan afallamis olucam ki, aklim calismadi. Ondan sonra da yesil, gayet hizli ve bol looplu trenin sirasina girdim.


Ikinci trenin sonunda Gardaland macerasini daha yumusak yasamaya karar verdim ve ince eleyip sık dokumaya basladim.


Mesela parkin en iyilerinden biri oldugu soylenen Blue Tornado... Bu bana biraz egzantrik geldi ve tren yolcularinin ayaklarinin acikta olmasindan dolayi havada cirpindiklarini gorup vazgectim:) Guzelmis ama aldigim duyumlara gore, gozuktugu gibi de korkunc falan degil, bilakis eglenceliymis. Bazilarimiz gozlerinde cok buyutmus, falanmis filanmis..

Bu luzumsuz konulardan sonra, daha tatli seylerden de yok degilde Garda'da, mesela elma sekerleri. Once kirmizi parlak olanlar ilgimi cekse de, ustu siyah cikolatayla kaplanip beyaz cikolaya ile desenlerle suslenenler, findik/ceviz/hisdistancevizine bulananlar beni benden aldi. Yinede sadece bakmakla yetindim onlara.



Yemesi kolay olsun diye cikolaya batirildiktan sonra kornflakes kitirlariyla suslenen, sise dizilmis uzum, cilek ve ananas uclusunu tercih ettim.



Evde yapsam ne kadar sahane olur ya bu sislerden..

Salı, Eylül 16, 2008

California Bakery




Butun bir sene, Milano'da Amerikan mutfagindan fazla bir sey gormek mumkun olmadi. Iyi mi oldu kotu mu bilmiyorum ama yadirgamadim desem yalan olacak sanirim. Istanbul'da her kose basindaki Starbucks ile yasamaya alistiktan sonra, Dominos, KFC gibi restoranlara yemek sepeti kolayligi ile ulastiktan sonra, bir anda hayatimdan cikmalari onlara fazlasiyla alismis oldugumu kavramama yardimci oldu. Italya cok enteresan bir sekilde avrupa ulkesi olmasina ragmen, bazi konularda kendi kultur, aliskanliklarinda odun vermek istemiyor, dunyanin her yerine yayilmis markalari da ellerinin tersiyle itebiliyorlarmis. Aferin onlara ne diyim... Espresso'nun vatanina da, bu topraklara Starbucks'i sokmamak duser heralde.. Frappuccino'da neymis, Milano'da ara ki bulasin..

Neyse biz, Amerikan usulu tatli, firin islerine donelim. Gunlerden bir gun California'dan bir kadin, bir Italyan yakisiklisina tutulmus. Bu arada, guyya her yerlerdeler ama onlari da ara ki bulasin.. Asik olmus, adamin pesine dusmus, evlenmis ve Milano'ya yerlesmis. Amerikan kahvaltilarinin pancakelerini, scrambled egglerini ve elbette ki bagellarina hasret kalan ve uzaktan yakindan bu mutfaga alakasiz italyan kahvaltisiyla tatmin olmayan bu kadin (ki haklidir, bir brioche ve espresso ile karin mi doyar, gune mi baslanir?) California Bakery'i kurmus ve basta etrafta yasayan amerikalilar olmak uzere, italyanlari, diger yabancilari, mesela her oglen karnini buranin sandvicleriyle doyuran Murat'i sevindirmis.

Inandirici oldu mu?

Tamam tamam hikaye tam olarak bu degildi ama buna cok benziyordu... Onemli olan, bagellarin cazibesine kapilarak Murat ile brunch icin California Bakery'e gitmis olmamiz. Portakal suyu esliginde sunulan ve krem peynir surulup yenilesi bu seyler gayet guzeldi. Normalda bu tarz ve miktarda yedigim icin, bir iki bagel sonrasi durmam gerekliydi ama asil tabagimi o zaman siparis ettim.


Kisinin niyetine gore mutevazi tabaklarda var yesilliklerle servis edilen, abarti kalorili yagli tabaklarda. Benim ne yedigim ise, asikar ortada (diyip burayi beni tanimayanlar icin kafalarda bir soru isareti yaratip kaciyorum.)


Sonucta, her sey gayet guzeldi, yemek tam olarak beni tatmin edemese de, cok keyifli bir brunch oldu ortaminda cekiciligi ile de. Hasir sepetlerle kaplanmis tavan, havadan sarkan masa numaralari, salas masa ve sandalyeleri ile cok sirin bir yer. Asiri! canayakin calisanlari da cabasi..

Çarşamba, Ağustos 06, 2008

Bir son daha. Eninde sonunda olan hep bu zaten. Italya, Milano, Spd macerama da noktayi koydum temmuz ortasinda. Istanbul'a geleli 3 hafta oldu ama Gorkem'in telasi zaman kavramimi kaybetmeme neden oldu. Dun o telasta bitti. Sabah 7.30da Gorkem'in Bahcesehir Universitesi Gorsel Sanatlar ve Gorsel Iletisim Tasarimi bolumune kabul oldugunu ogrendikten sonra, hayatimdaki baska bir donem daha kapandi. Kardesimi de universiteli, hatta meslektas adayi gormek cok gurur verici. Portfolyo olusturulmasi, genel kultur testi, uygulama sinavi, mulakat derken, gelen guzel haberle bir proje teslim etmis gibi derin bir ohh cektim, kendimi mutlu etmek icin browni pisirdim. Her proje tesliminde boyle yaparsam sonum ne olacak bilmiyorum ama kendimi mutlu ettim ya, bundan otesi yalan diye dusunuyorum.

Sadete donecek olursak, master maceramin bitmesinin de anlami, artik yeni projelerin beni bekledigi... Sadece ben ne olduklarini bilmiyorum. Arastirmam, kovalamam gerekiyor olasiliklari. En sevmedigim sey olan belirsizlik, hayatimin bas kosesine oturmus durumda. Canim arkadaslarim bana inandiklarini surekli olarak soyluyorlar ama ayni zamanda beni karamsarlikla sucluyorlar ve haklilar... Artik yapmam gereken tek seyin, isin herhangi bir ucundan tutmak oldugunu bende biliyorum ama hangi ucundan tutacagima bile karar veremiyorum.

Sonuc olarak Beginner's Italian olmaya noktayi koyuyorum. Once Ceren ve Tuba'yi evlendiriyor, sonra tatile cikiyorum. Eylul ortasinda Milano'ya gidip, esyalarimi topluyorum. Marcellini'ye evini teslim edip, Advanced Turkish olarak hayatima kaldigim yerden devam ediyorum ya da Beginner's Designer olarak. Bilmiyorum. Icten ice ne kadar karamsar olursam olayim, yine de icimde bir kipirti, sanirim umut var.

Salı, Temmuz 29, 2008

Tarife

16 Temmuz'da Istanbul'a geldim ama daha kendime gelemedim. Gorkem'in universite yetenek sinavi basvurulari ile bogusuyor durumdayiz o gunden beri. Sonunun ne zaman gelecegini bilmedigim bir kosusturmaca icindeyiz. Evden universitelere, universitelerden eve... Gecen farkettimde, sadece bu guzargahta gidip gelmemize ragmen, cuzdanimdaki paralar yerinde durmuyor. Evet, geldigimden beri arabayla nereye gidersem gireyim otoparka para vermek acayip kanima dokunuyor. Eskiden boyle miydi dicem (bu arada eski tam olarak sadece 9 ay onceye tekabul ediyor...), yok degildi bence. Yol kenarindaki butun ama butun bosluklar ispark olmus efendim. Park fiyatlari da ikiye mi katlanmis nedir? Bilmiyorum iste, en cok parka para vermek dokunuyor bana. Milano'da mi yasiyoruz ya? Sinir oluyordum bu park isine, araba kiraladigimizda aksam arabayi nereye biracagiz stresine... Gunluk ya da gecelik farketmiyordu. Fiks 20 euro, yani 39 YTL. (babam usulu bir hesaplama; (X*2)-1 :)



Neyse bu arada bu da Barcelona'daki otopark tabelalarindan bir ornek. Daha once boylesini gormedigimden enteresan geldi. Saatlik ve gunluk tarife disinda, musterinin bilgisine diye dakikalik parkin fiyatida en basa not dusulmus (cok merak ediyorsaniz diye:). Son olarakta gunluk parkin fiyatina dikkati cekmek isterim, 41,70 euro; yani (41.70*2)-1=82.40 YTL... Yuh demek istiyorum!

Cuma, Temmuz 04, 2008

Shakerato

Eskiden kahve icemeyen bir insandim, sirf sicak diye!
Ama insan degisiyor zamanla, artik frappucino'dan baska seylerde icebiliyorum; espresso, macchiato, latte macchiato, maracchino, shakerato.. ama en onemlisi artik bunlari birbirinden ayirabiliyorum.



Shakerato Trento'da ogrendigim son numara. Kahve aromali, buzlu ve oldukca keyifli. Tarifi de cok kolay.

1/2 bardak sicak espresso
4 cay kasagi seker
1 bardak buz
Kesilmis limon

Espresso ve sekeri blendera koyuyoruz.
Buzu da ekleyip, 15 saniye karistiriyoruz.
2 Martini:) bardagina (usulu buymus:) esit olarak bolup, servisini yapiyoruz. Limonla susleyip tadini cikariyoruz.

Perşembe, Temmuz 03, 2008

Trento



Sene basindan beri konusupta, yapmaya firsat bulamadigimiz bir seydi Trento'ya gitmek. Sara bize surekli bizi bekledigini soylemesine ragmen, belirledigimiz tarihlerden evvel ya onun bir programi cikti ya da bizim. Sonucta okul bitti, insanlar evlerine gitmeye basladi. Milano bize kaldi. Artik yeni mezun ve issiz tasarimcilar olarak, Cinque Terre'den de donunce gercekten yapicak bir sey kalmadi. Sara da Afrika'ya gitmeden once artik bizi evine buyur etmek istedi. Pahali tren biletleri arasinda kaybolurken az daha vazgeciyorduk ki, Sara'nin Milano'da oldugunu ogrendik, kendimizi onun soforlugune biraktik. Ne yalan soliyim nerdeyse pisman oluyorduk ama bizi o kadar eglendirdi ki, gelis yolculugumuzu unuttum gitti.

Italya'nin Trentino bolgesindeki alplerin eteklerinde kurulmus Trento'ya, yemyesil dag manzarali yollardan kivrila kivrila, uzum baglarini izleyerekten girdik. Tahminimden buyuk cikan, kucuk bir sehir. Gayet sevimli ufak bir italyan sehri, bu sene ki diger favorilerim gibi. Sehir guzel, hava guzel, Degasperi Malikanesinde de el ustunde tutulmak guzel:) Daha ne isteriz ki derken, Sara'nin annesinin yemekleriyle midelerimizde ev yapimi gercek italyan yemekleri gordu sonunda. Risotto al Porcini, Gnocchi Verdi yemek sene sonun nasip oldu resmen, ama oldu sonucta. Bende yapmaliyim bunlari diye kafaya da koydum, tarifleri aldim, bekle beni mutfagim:)

Trento'ya vardigimizda bizi karsilayan Risotto al Porcini



Gnocchi Verdi'nin yapimindan kareler


Hamarat baba ornegi... Burda kendisi Sara'ya konusma yasagi getirdi. Gnocchi'leri daha cabuk yuvarlasin da, mideye daha cabuk indirebilelim diye.

Gozumuzde gunun, haftanin, ayin ahcisi Sara'nin annesi:)

Bu da gorsel ve kokusal tetikleyicilerden dolayi gozu donmus bir insan..

Mono.Dia

Trento'lu Mono.Dia.
Gitar ve vokalde hem Ivan Daldoss hem Sara Degasperi.
Sara bizi kirmadi ve evinde bize mini bir konser vermeyi kabul etti.
Eski erkek arkadasi Ivan'i cagirdi ve calip soylediler. Cok tatlilardi...




Pazar, Haziran 29, 2008

S. Margherita - Portofino






Cinque Terre'den sonraki duragimiz Portofino. Riomaggiore'den bindigimiz trenle 50 dakikada Santa Margherita'ya ulastik once. S. Margherita Portofino tabelasi karsiladi bizi istasyonda. Dolayisiyla istasyondan cikinca sasirdik kaldik. Sila'nin komik Portofino maceralarini dinledigimizden bazi bildiklerimiz, beklentilerimiz vardi. Portofino ufacik bir sahil kasabasi olmaliydi mesela. Ufacik bir limani cevreleyen, rengarenk evler, sik butik dukkanlardan olusmaliydi. Halbuki bizi sezlong ve semsiyelerle kapli upuzun bir sahil karsiladi. Icimize bir kurt dustu ama biz basimiza gecen gunesle etrafta yalpalar haldeydik. Mehli sokaktan gecen birine sorunca ancak, oranin Portofino olmadigini anladik. Portofino'ya tren olmadigindan, Santa Margherita'da inilip tekne ya da otobusle geciliyormus diger tarafa. Bizde daracik yollardan surekli korna calarak gitmesi meshur otobuslere atladik. 10 dakika sonra Portofino'daydik. Ve hersey tam da onceden duydugumuz gibiydi, ufacik kisacik bir sahil, irili ufakli tekne, hatta yatlarla silme dolu bir liman.

Ufak koyu gezip, manzarasinin guzel olabilecegini dusundugumuz kaleye tirmandik sonra. Kalenin icine giremesekte iki tarafi rengarenk ciceklerle bezenmis daracik yollarinin akisina biraktik kendimizi. Deniz gunes tatili ya bu, illa denize giricez ama nerden diye dusunurken, 'public beach' tabelasini gorup gosterdigi yonde ilerledik. Sahile indigimizde bizi ufacik ve bombos bir koy karsiladi. Iste sonunda bir yerin denizi bana Bodrum'un denizini cagristirdi ve sonunda kendimi serin sularina biraktim Portofino'nun.



Biz vardigimizda bombostu sahil ama gelip gideni hic eksik olmadi. Italyanlar, fransizlar ve nerden geldigini cikaramadigimiz bazilari gunumuze renk katti resmen; pembe, mavi, siyah gibi:). Biz hemen hemen hepsinin nereli olduklarini anlarken, onlarin bizim konusmalarimizi dinleyip anlayamamasi (fransizlar haric!) ilk defa beni bu kadar eglendirdi.

Cinque Terre



Akdeniz kiyisindaki Cinque Terre; Milano'dan yaklasik 3, Genova'dan 2 saat suruyor trenle. Riomaggiore, Manarola, Corniglia, Vernazza, Monterosso isimli 5 kasabadan olusuyor bu bolge. Azgin dalgalarin vurdugu sarp kayaliklardan, mavi ve yesilin tonlarindaki berrak sulardan, kayalik sahillerden, sayisiz basamaklarla ulasilan rengarenk evlerden ve bu bes kasabayi birbirine baglayan yuruyus yollarindan olusan bu alan, milli park kapsaminda. Bir rivayete gore birbirinden guzelmis bu bes kasaba:) Bir rivayet diyorum cunku insanlar aslinda bir gunde hepsinin gezilmesinin mumkun oldugunu soylemesine ragmen, biz gezemedik, daha dogrusu gezmedik. Gunesle, denizle ve yemekle o kadar hasir nesirdik ki, zamanimiz olmadi.





Ilk once bu bes koydan en dogudaki Riomaggiore'ye gittik. Yokusu tirmanip odamiza vardik. Balkondan uzaninca kilisenin sag duvarina degebilecegimiz enteresan yerlesimli odamiza esyalarimizi birakip, kendimizi once yemege, sonra denize verdik.




Denize girmek tehlikeli ve yasaktir tabelasindan sonra ne gorelim?! Dev taslarla kapli ama silme insanla dolu olmasindan dolayi gozukmeyen bir plaj.. Rengarenk bir manzara, tam fotograflik bence. Yani fotograf cekmek icin uygun ama orda yatmak, denize girmek icin degil. Insanlarin aralarindan ziplaya hoplaya plaji gectik, kayalara tirmandik ve kendimize bir duzluk bulmaya calistik. Sonrasi bir ruya gibi, hatirlamak istemedigim... O yosunlarla kapli kayalarda ciplak ayak yuruyerek, onlarin ustunden kayarak denize girmek ve cikmak... Hic bana gore degil derdim ama becerdim. Yosunlara degme korkumu yendim mi?, tabii ki de hayir:)

Neyse gunun sonunda bir daha burdan denize girilmeyecegini ogrenmis ve yeni koylari kesfe cikmaya hazirdik ve kumsal sahiliyle meshur MonteRosso'ya gittik trenle 10 dakikada. Bir anda cok daha turistik bir kasaba karsiladi bizi. Gece isiklandirilmis sahiliyle hemen hosumuza gitti, restoran cesitliligi ile de gonlumuzu fethetti.

Ertesi gun sabah kizlar uyurken fotograf avina ciktim oncelikle. Onlar uyaninca da hemen MonteRosso sahiline attik kendimizi.


3 sezlong, bir semsiye kiraladik ve sahilin tadini cikardik. Kremlenmeme ve golgede yatmama ragmen, en cabuk yanma rekorumu yine elden birakmadim. Yaniklarimdan dolayi kendimi teselli etmek icin kendimi deniz mahsullu spaghettinin ellerine biraktim:) Galiba zeytinyagli fasulyeden sonra en sevdigim yemek bundan boyle 'Spaghetti ai frutti di mare'... Yani hala fasulyenin onune gecebilmis degil kendisi ama olsun...



Bu arada dun aksamda 'Gnocchi' yedigimden bahsetmis miydim??
Gnocchi, tabii ki de bir italyan yemegi. Corba ya da makarna gibi ana yemekten once servis edilen bir giris yemegi yani primi piatti (ilk tabak). Patates, irmik, bugday unu, ekmek kirintilari gibi farkli malzemelerle yapiliyor ve afiyetle yeniyor. Bence bir tabak gnocchinin ustune de baska bir sey yenemiyor cunku insani acayip tikiyor. Milano'da ne zaman gnocchi yesem, fenalik gecirecek gibi olmama ragmen, MonteRosso'da hicte oyle olmadi. Belki ustune birsey yiyebilecek durumda degildim ama sanirim yapilis seklinden olucak hic cok gelmedi.



Sonuc olarak Manarola, Corniglia, Vernazza bir daha ki sefere kaldi. Zaman nasil gecti gercekten hic anlamadim Cinque Terre'de. Aksamlari odaya gitmeden once, yokus ustundeki dev banklarda uzanmak ve yildizlari seyretmek cok guzeldi ama dostlarima olan ozlemimi deprestirdi. Acaba ne zaman, kimlerle gelirim buraya diye hayallere daldim. Yani tekrar gelinecek yerler arasinda Cinque Terre ama bu yaz oncelikle Bodrum'a gidilecek ve hasret giderilecek hem Bodrum'la, hem dostlarla.

Salı, Haziran 24, 2008

Presentazione Finale



Ne gundu! Scuola Politecnica di Design ile birlikte ogrenim hayatimima noktaya koyacagim gun, okuldaki son sunum gunum. Ama heyecana gerek yok.. Cunku okuldan soyledigine gore, biz pek konusmayacakmisiz, daha cok islerimiz konussun diye guyya... Sonuc olarak sunum 17:00'da ama 12de okulda olunacak dendi. Bizde daha onceki deneyimlerimize dayanarak soylediklerine uymadikk. Evde rahat rahat giyindik suslendik, 3 gibi evden ciktik. Etek giydik ya, bisiklet yalan oldu, uzun bir aradan sonra tramvaya kaldik. Ne bilelim yoldaki calismalar yuzunden hattin adi disinda herseyini degistirdiklerini. 15 dakikada gitmemiz gereken yolu; tramvay, otobus ve yuruyerek nerdeyse 1 saatte astik, kan ter icinde kaldik. Okula vardigimizda zannediyoruz ki rahat gecirecegimiz 1 saatimiz var. Halbuki o da yok.. Meger dijital portfolyomuz icin laptoplarimizi getirmemiz gerekiyormus. Haydaa!! Dustuk yine ev yoluna. Eve gitmek koymadi da, 5 kat cikmak koydu her zamanki gibi. Neyse ucu ucuna yetistik sunumumuza. Web ogrencileri islerini paylasti, bize sira gelince hocalar konusmaya basladi tek tek. Ve sunum basladi ve bitti. Neye ugradigimi sasirdim resmen.





Konusmalar bitince yan masaya yerlestirdigimiz islerimizin basina gittik, katilimcilara yardimci olmak, sorularini cevaplamak icin. Sonuc olarak ben boyle sunum gormedim. Ne bir feedback alabildik, ne de baska bir sey. Kartvizitler kapis kapis toplanildi arkadaslardan, fotograf cekildi ve aperitoya gecildi. Ve okul bitti. SPD ile iliskim bitti. Italya maceramin cogu bitti, azi kaldi. Ben okulumdan hep yakimdim durdum ya, simdi istedigim oldu dedim. Ama yine mutlu olamadim. Icim burkuldu. Insanlar vedalasmaya basladi, benim gozlerim doldu. Neden hep boyle oluyor?


Spd Turk Kadrosu; Gozde, Mehlika, Murat, Nihan dortlusu.


Kulaklarini bol bol cinlattigim sevgili Prof. Luca..

Meksikali Velia, Amerikali Nancy ve Costa Ricali Mariana ile.

Tam kadro, Spd Master Visual Design.

Portfolyo



24 haziran itibari ile SPD'ye noktayi koydugumuz gibi, gerek computer design, gerek information design, gerek portfolyo design derslerine noktayi koymus bulunuyorum. Iclerinde en zevk aldigim hangisi karar veremiyorum ama benim icin su durumda en onemli olan portfolyo tasariminin sonuclarindan memnun oldugumu soyleyebilirim. "Everything starts with a line..." concepti ile olusturdugum isler; teaser, recall, cv, basili ve digital portfolyo olmak uzere 5 parcadan olusuyor. Treaser basvurmak istedigim ajanslara, ya da ulasmak istedigim musterilere yollayacagim merak uyandirici ilk 'sey'. Ustunde adim degilde, sadece digital portfolyomun bulunabilecegi websitemin adresi bulunuyor. Bir is gorusmesine cagrilmam durumunda, basili portfolyomu ve cv'mi alip gidiyorum. Yok eger beni uzun bir sure aramazlarsa, onlara kendimi hatirlatmak adina recall'um olan flipbooku yolluyorum.
Yani isi kapabilmek adina elimden geleni ardima koymuyorum. Hic bana gore degil aslinda bunlar, peki bu durumda benim istedigim nedir diye kendime soruyorum. Cevap yok.

Pazartesi, Haziran 23, 2008

...

Gectigimiz 10 gun seker gibi geldi bana. Surpriz Istanbul yolculugum tam olarak hayal ettigim, 6 aydir kafamda kurdugum gibi gecmemesine ragmen, tekrar evde olmak bunyeme iyi geldi. Sunumlar oncesi hazirlamam gereken odevler icin cogu zamanimi evde gecirsemde; ailemi, arkadaslarimi ve elbette corabi gormek superdi. Gunduz gece demeden ayaklarimin dibinden ayrilmayan askimi o kadar ozlemisim ki, surekli minciklayip durdum. Top oynadik, cimlerde yuvarlandik, kendisi bana modellik bile yapti.



Gorkem'i, babami, babaannemi habersiz gelisimle sasirtamamak, OSS sirasinda ailemin yaninda olmak, aylar sonra dayimlari gormek, babaannemin yemeklerinden yemek, bir mrl organizasyonu ile ipek, merve, nihan uclusunu sasirtmayi basarmak (mi?), Gorkem'le Bebek'e gitmeyi karar verip, park yeri bulamadigimiz icin sadece transit gecmek, Ipek'in yeni evini kesfetmek, Turkiye- Hirvatistan macini izleyip (daha dogrusu heyecandan izleyemeyip) sevinmek, Ipek'le bulusup kahvalti sofrasinda sohbet etmek ve Zeynep'in bale figurleri esliginde kahvelerimizi yudumlamak. (Zeynep'le orada tanistik bu arada, eksik bilgi olmasin:)
'Ben tee italyanlardan gelmisim, beni takan yok' gibi hissetmeme neden olarak once annemi, sonra babami (is icin!) Bodrum'a yolcu etmek:) Zaman nasil gecti anlamadim sonuc olarak...

Evet bu 10 gun yetti bana belkide. Kendimi yenilenmis hissetmem icin yetti. Istanbul beni kendime getirdi. Tamam dedim kendi kendime, artik gitme vakti geldi. Bitirmen gereken bir kac isin kaldi 24undeki sunumlardan once. Sali gunku sunumun altindan da kalktigin anda, artik mezunsun ve simdilik ogrencilik hayatina noktayi koyuyorsun.

Ama olmadi. 20:40 Bergamo ucagi beni Milano'ya goturmedi. Annem ve babam sehir disinda, taksi-otobus ikilisiyle geldigim havaalaninda kisildim kaldim. Ucagim rotar yapmis efendim. Hemde saat kaca belli degil, belki 2, belki 3'e... Yani sonunda bende MyAir'in gazabina ugradim. Hemde sessiz, sedasiz, habersiz bir sekilde. Ne bir mail, ne bir mesaj geldi oncesinde. Bavulumu verdim, pasaporttan gectim. Ucagin adinin ekranlardan silindigini gorene kadar sakin bir sekilde bekleme salonunda bekledim. Yanima aldigim krakerler ve MyAir'in ozur dilemek amaciyla verdigi yemek kuponu ile (ancak gece 11'de gecerli oldu kendisi) karnimi doyurdum. Kelime bulmaca oynadim, once The Science of Sleep'i seyrettim, Pride and Prejudice'a baslayip bitiremedim. Oturur pozisyonda uyudum, dolmus gibi dolup dolup kalkan ucaklarin kazak, arap, dagistanli, ingiliz, hollandali yolcularini izledim.



Bilinmeyeni bekleyip, gerildim de gerildi. Pasaporttan gectikten sonra, yetkili kimseye ulasamamanin verdigi sinir bozuklugu ile sinir kupu olmus bir ucak dolusu insanin volta atmaya basladigini dusunun, iste o bizdik:) Ucak 03:30 falandi havaalanina indiginde, ve 4 oldu biz bindigimizde. 8 saate yakin rotarla, Milano'ya sag salim geldim ya, projelerimi istedigim gibi zamaninda bitip, okula teslim ettim ya, daha ne istiyim ben. Insan kotu seyleri hemen aklindan siliyor. Bende bu olayi unuttum gitti ertesi gun.

Perşembe, Haziran 19, 2008

Surpriz!

Bir suredir kendime blog yasagi koymustum ki, kimseler ben nerdeyim, neler yapiyorum bilmesin duymasin. Uzun zamandir Istanbul Istanbul diye kendimi yer olmustum, acaba ne zaman giderim, gidersem neler yaparim diye hayaller kurmaya baslamistim. Herkesi, herseyi ve her yeri acayip ozlemistim... Gorkem sinava girecegi zaman onun yaninda olma fikri cok uzun zamandan beri aklimda olan bir sey olmasi ragmen, bana yine son dakikada estiler ve ben harekete gectim. Kimselere soylemeden Istanbul'a gideyim, surpriz yapayim dedim. Tabii ki de beceremedim.. Yok bilet problemi, yok bizimkilerin evde olmama ihtimali derken kendimi anneme bu surprizden bahsederken buldum. Biletimi 2 gun kala annem aldi, beni final projeleri nasil bitecek heyecani sardi bu seferde. Ama istanbul'a gitme, bavul hazirlama heyecanlari agir basinca, ben odevleri unuttum gitti ve yola ciktim.

Once Gorkem ile karsilastim evin kapisinda, yuzunde saskinlik otesi bir ifade, dilinde ben tahmin etmistim.. Arkasindan babam ve tabi babaannem, ben anlamistim, ben hissetmistim... Beceremedim sonuc olarak, kimseyi gercekten sasirtamadim. Meger herkes benim gelmemi bekliyormus, bu durumda her ortamda tek sasiran kisi ben olmayi basardim.

Cuma gunu gelmeme ragmen arkadaslarima telefon acamadim, resmen psikopat oldum:) Pazartesi gunu onlara da surpriz yapicam ya... Elleri dert gormesin mrl, bir guzel organizasyon yapmis, butun kizlari Vapiano'ya toplamis. Ben ve sevgili Ipek:) onlardan 5 dk. sonra damladik. Sonuc sevgi seli:) Acayip ozlemisim herbirini. Yedik ictik, konustuk, son havadisleri paylastik, benim cenem dustu.. Ve ben artik bir senedir Milano'da neyi ozledigimi gordum, bizim kizlari:)


Bi donsem su Milano'dan, neler neler yapicaz biz ya... Ipek'le nasil pisirip, yiyip, icip, gezicez, fotograflar cekicegiz; Merve, Meral, Ipek, Nihan ile neler paylasip, ne isler ceviricegiz...

Son olarak aciklik getirmek istedigim bir konu var ki, o da su.. biz neden Vapiano'ya gittik?... neden bilmiyorum ama ben hic yadirgamadim italyan restoranina gidisimizi. Iceri girince farkettim aslinda ve aa pizza, aa makarna oldum ve tabii ki de yemedim. Icim disim pizza olmus, makarna olmus gibime geliyor. Halbuki yok ole bisi, en son ne zaman pizza yedigimi hatirlamiyorum bile... keske blogumda hatirlamasa, sirlar ortaya cikmasa...